25 Mayıs 2008 Pazar

İlaçta promosyon adı altındaki saadet çarkı !..

Mustafa Mutlu
VATAN
(07.08.2004)

VATAN'ın büyük bir kararlılıkla peşini bırakmadığı "SSK'ya satılan ilaçta fahiş fiyat skandalı" artık yargının şaşmaz terazisinde...

Ama ilaç sektöründeki "akıl almaz olaylar" elbette bununla sınırlı değil...

Şimdi size bir soru:

Türkiye'deki ilaç firmaları bir yılda promosyona kaç para harcıyorlar?

Ben söyleyeyim: Tam 350 milyon dolar! Yani bugünkü kurla 515 trilyon lira!

Şimdi eminim birçoğunuz, "İlaç firmaları bu parayla ne gibi bir promosyon yapıyor?" diyorsunuz...

Anlatayım:

Nataşalı tatil
* Doktorlara, ilaç depolarının sahip ve yöneticilerine, büyük eczanelerin sahiplerine, bazı sağlık muhabirlerine ve elbette Sağlık Bakanlığı'ndaki bazı bürokratlara; saat, cep telefonu dizüstü bilgisayarı gibi pahalı hediyeler gönderiyorlar...

* Aileleriyle beraber yurt dışı seyahatlerine götürüyor, uçak biletinden otel ücretine kadar tüm masraflarını karşılıyorlar. Bu harcamalara "bilmem ne kongresi" diye bir de bilimsel sıfat ekliyorlar ki, olayı "açık rüşvet" olmaktan kurtarıyorlar...

* Bekâr doktor, eczacı ve bürokratlar için tercih edilen "kongre merkezleri" ise genellikle seks turizminin yaygın olduğu Uzak Doğu ülkeleri oluyor.

* Bazı firmalar, gerekçeye bile ihtiyaç duymuyor. Örneğin bir firma 2001 yılında, kendi ilaçlarını normalden altı kat fazla yazan 250 doktoru eşleriyle birlikte İtalya gezisiyle ödüllendirdi. Bir başka firma ise kendi ilaçlarını tercih eden doktorlara Kuşadası'nda "Nataşalı tatil" vaat etti...

***

Doktor, eczacı ve bürokrat okurlar...

Bana kızmayın. Çünkü bu bilgilerin tamamını, çeşitli Tabip Odaları'nın yayınlarından derledim. Yani tüm bunlar, sizin zaten bilip, yaşadığınız şeyler...

Elbette bu "uygunsuz hediye" tuzağına bütün doktorlar, eczacılar, gazeteciler ve bürokratlar düşmüyor... Örneğin meslek onuru taşıyan birçok doktor, ilaç firmalarından promosyon olarak sadece fiyat kupürü kesilmiş bedava ilaç kabul ediyor. Bu ilaçları da; hiç bir bedel almadan yoksul hastalarına veriyor...

Sadece bizde değil ama...
Sağlık sektöründeki promosyon elbette, sadece bize özgü değil. Firmalar bu işe her yıl dünya çapında yüzlerce milyar dolar harcıyor...

Ama unutulmamalı ki; hiçbir ülkede devlet, bizdeki kadar ilaç satın almıyor...

Bizim devletimiz ise 4,7 milyar dolarlık ilaç pazarının, yüzde 85'le en büyük alıcısı. Devlet kuruluşları ilaca her yıl yaklaşık 3.7 milyar dolar ödüyor.

Eski Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Yaşar Okuyan bundan üç yıl önce ilaç sektörünün önde gelen isimlerine, "Sattığınız ilacın yüzde 85'ini devlet aldığına göre gelin, promosyon giderlerinizin yüzde 85'ini bizim ilaç faturalarımızdan düşün" diye açık teklifte bulunuyor...

Ama tahmin ettiğiniz gibi ilaç firmaları buna yanaşmıyorlar...

Çünkü o zaman, doktorlara kendi ilaçlarını "yazdırma" şansını kaybetmekten korkuyorlar!

Bu uygulama devletin vergi gelirlerini de azaltıyor... Firmalar, bu giderleri vergiden düşüyorlar.

***

İlaç sektörünün önde gelen firmalarının sayın patron ve yöneticileri...

Ve elbette doktorlar başta olmak üzere, adı geçen meslek gruplarının değerli temsilcileri...

Ne olur beni yalanlayın!

Tren kazasının nedeni ve rahatsız eden soru
Hızlandırılmış tren kazasıyla ilgili olarak davet edilen Alman ve Koreli bilirkişi heyetleri, kazanın "aşırı hız"dan kaynaklandığını belirlemiş...

Türkiye Mimar ve Mühendis Odaları Birliği inşaat Mühendisleri Odası'nın raporu ise bunun tam tersini söylüyor:

- Kaza hızdan değil, altyapı eksikliğinden kaynaklandı. Önlem alınmaması durumunda hattın taşıdığı risk, her hızdaki tren için sürecek.

***

Birbirine taban tabana zıt bu raporlar, insanın aklına iki soru getiriyor:

- Türkiye'nin hızlı tren projesinde yer alan Almanya ve Kore'den gelen bilirkişiler, gerçekten tarafsız kalmayı başarabildiler mi? Yoksa, İnşaat Mühendisleri Odası mı siyasi kaygılarla rapor düzenliyor?

Takdir sizin!

Emniyet Müdürlüğü vatandaşı neden öptü?
Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü, 80 eve kamyonlarca gıda yardımı yapmış.

Çok güzel bir uygulama ama nedenini tam olarak anlayamadım.

Bu evler hangi kritere göre seçildi?

Eğer kriter, ailelerin yoksulluğuysa, bu yardımı Emniyet Müdürlüğü'nün değil de Sosyal Dayanışma ve Yardımlaşma Vakfı'nın yapması gerekmez miydi?

Polisin işi ne zamandan beri vatandaşın güvenliğini sağlamaktan öteye gitti ve "karnını doyurma"ya ulaştı?

Bu kamyonlar dolusu gıda malzemesinin parası Diyarbakır Emniyeti'nin kasasından mı çıktı?

Çıkmadıysa; nasıl sağlandı?

Diyarbakır'ın Sayın Valisi ve Emniyet Müdürü...

"Devlet yönetiminde şeffaflık" ilkesi uyarınca, yanıtlarınızı bekliyorum...

http://www10.gazetevatan.com/root.vatan?exec=yazardetay&sid=&Newsid=33309&Categoryid=4&wid=102

Hiç yorum yok: