Devlet hem kendini hem halkı soydurmuş
11.01.2005 Salı
Abdullah Dirican
ZAMAN
İlaç sektöründe, sağlık kadar rüşvet ve yolsuzluk konuşuluyor. Türkiye’deki ilaç dağıtımının yüzde 40’ını elinde tutan Hedef Eczacılık’ın sahibi Ethem Sancak’a göre 40 yıldır hem devlet hem de vatandaş soyuluyor.
Sancak, kendisine “neden devlet ihalesine girmiyorsun” diye soran bir hükümet yetkilisine, “Senin memuruna yüzde 10 komisyon vermemek için ihaleye girmiyorum.” dediğini anlatıyor. Sancak’a göre trilyonluk ihalelere 600 milyon maaş alan bir memur imza atarsa rüşvet ve komisyon iddiaları bitmez. Sancak, aynı zamanda Ecza Depocuları Birliği başkanlığını yapıyor. Hedef Eczacılık’ın başkanı ihale sisteminde bazı yanlışlıklar olduğuna dikkat çekerek bu yüzden zaman zaman yolsuzluk iddialarının gündeme geldiğini hatırlatıyor. Sancak, “600 milyon maaş alan memur trilyonluk ihalelere imza atıyor. Bu memur makine değil, insan. İnsan beşerdir şaşar.” diyor. Hedef Eczacılık’ın şimdiye kadar devlet ihalelerine katılmadığını söyleyen Sancak, bunun gerekçesini şöyle açıklıyor: “Bizim dağıtımda yüzde 40 payımız var, tek bir devlet ihalesine girmedik. Neden; çünkü kirlenmek istemedik. Oraya giren kirleniyor, devletin sistemi bu. Devlet kırk yıldır hem kendini soydurmuş hem de vatandaşı soydurmuş. Bir devlet yetkilisi bana ihaleye neden girmediğimi sordu. ‘Ben senin memuruna yüzde 10 komisyon vermek istemiyorum’ dedim.”
Devletin memuru ‘devletini’ peşkeş çekiyor, gören yok “Devlet 40 yıldır hem kendini soydurmuş hem de vatandaşı.” diyen Sancak’a göre, Türkiye bir kirlenme döneminden geçti, ilaç sektörü de bu kirlenmeden payına düşeni aldı. İlaç dağıtımında da bu dönemden kalan bazı kirlilikler bulunuyor. Bunun bir örneği de ihale almak için kurulan ecza depoları. Bu depolar sadece ihaleye katılmak için mevzuata aykırı bir şekilde kurulmuş. Bu tür depoların derneğe de üye olmadığını söyleyen Sancak, şunları dile getiriyor: “Bunlar bir anda kurulan ihale bittikten sonra kaybolan, hiçbir ilaç bulundurmayan, adı ecza deposu olduğu için bizim de kirlenmemize neden olan depolar. Bunların hiçbirisi bir malı bir yerden bir yere taşımaz, tamamen komisyoncu bunlar. İhale zamanlarında komisyonculuk yapar.”
TEB Başkanı Mehmet Domaç, sektördeki denetimsizlik nedeniyle ihale için kurulan depoların çalıştığını düşünüyor. Resmi adı ecza ticarethanesi olan depoların mesul müdürlerini TEB, tıbbi ve hijyenle ilgili yönlerini Sağlık Bakanlığı, diğer faaliyetlerini de Maliye Bakanlığı denetliyor. İlaç Eczacılık Genel Müdürü Gümrükçüoğlu, ise bu şekilde çalışan depolar hakkında şikayet gelmesi halinde inceleme yapacaklarını söylemekle yetiniyor. Abdi İbrahim İlaçları Genel Müdürü Erman Atasoy ihale sisteminin ilaç firmalarını ecza deposu kurmaya zorladığı görüşünü savunuyor. Atasoy, ilaç firmalarıyla ecza depoları arasındaki ilişkiyi şöyle açıklıyor: “İhaleler önceden toplu olarak yapılıyordu. Şimdi her ünite ihale usulüyle alıma başladı. Firmaların her ihaleye eleman göndermesi mümkün değil, birçok bürokratik işlem var. Depocular bu konuda uzman olduğu için onlar devreye girdi. İstediğimiz için değil, yapamadığımız için kullandığımız bir sistem. O firmalar bizim adımıza ihaleye giriyor, ihaleyi kazanırlarsa biz onlara ilaç veriyoruz. Yoksa ben sana ilaç veriyorum al ihaleye gir demiyoruz. Çünkü ihale fiyatları çok daha düşük. Bütün ilaç firmaları bunu yapar, bu firmanın kendi lehine.”
Kamu ihale sistemi soyguna zemin hazırlıyor!
Fako İlaçları Yönetim Kurulu Başkanı Kaya Turgut, SSK ve Bağ-Kur’un rasyonel tedavi yerine “en ucuz ilaç” kullanımı gibi bilimsel bir yanı olmayan ve tasarruf sağlamayan bir yöntemi uygulamakta ısrar ettiğini söylüyor. Turgut, “Hükümetin, kurumların tek çatı altında toplanması, tüm vatandaşlara eşit ve yeterli hizmet sağlanması projesine olumlu bakıyorum.” diyerek, hazırlıkları yapılan yeni sistemin daha adil ve sağlıklı olduğunu dile getiriyor. Turgut, ihale sistemiyle ilaç alınmasının da yanlış olduğunu ileri sürerek, ilaç alımlarının kamu ihale kanunu istisnalarına alınmasını istiyor. Turgut, SSK ve Bağ-Kur’un rasyonel tedavi yerine “en ucuz ilaç” kullanımı gibi bilimsel bir yanı olmayan ve tasarruf sağlamayan bir yöntemi uygulamakta ısrar ettiğini söylüyor. Klinik Farmakoloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Cankat Tolunay, Türkiye’nin bir ilaç cenneti olduğunu ileri sürüyor. Tolunay, Türkiye’deki geri ödeme sisteminin gözden geçirilmesini isterken, “İlacın yüzde 80’ini devlet alıyor. Komünist rejimlerin bile ödemediği ilaçları bizim kurumlarımız ödüyor.” diyor. Tolunay, dünyada sadece 3 hasta tarafından kullanılan bir ilacın bile Türkiye’de Emekli Sandığı tarafından ödendiğini iddia ediyor. Bu iddialara karşılık Sağlık Bakanlığı İlaç Eczacılık Genel Müdürü Orhan Fevzi Gümrükçüoğlu, geri ödeme sisteminin gözden geçirileceğini ve yeni listeler hazırlanacağını açıkladı.
İlaç sektörünün son halkasını hastayla direkt muhatap olan doktorlar ve eczacılar oluşturuyor. Eczacılar, son iki yılda yapılan ilaç indirimleri ve ilaç fiyat kararnameleriyle kâr paylarının azalmasından yakınıyor. Buna karşılık sosyal güvenlik kurumlarına verdikleri ilaçların geri ödemesinin gecikmesi eczacıları zor durumda bırakıyor. Doktorlar hakkında sık sık gündeme gelen “İlaç firmalarıyla etik dışı ilişkiler kuruluyor” iddiaları hem sektörü sıkıntıya sokuyor hem de doktorların imajını zedeliyor.
Resmi reçetelerde yazılan ilaçlarla kamu zararına yol açılmasının son örneği bir üst kurulda yaşandı. Bu kurulun bünyesinde görev yapan bir hekimin resmen başvurması ile 2004 yılı içerisinde kurul bünyesinde soruşturma açıldı. Yabancı bir ilaç şirketi tarafından üretilen ve en pahalı antibiyotikler arasında yer alan Tavanic adlı bir ilacın 2003 yılı boyunca kuruldaki doktorlarından birisi tarafından kendisine başvuran her 20 hastanın birisine yazıldığı belirlendi. Aynı ilacın, kurum dışına sevk edilen 2 bin 700 kadar hastada ise sadece 6 adet (450 hastadan birine) yazıldığı ortaya çıktı. Bu kurulda diğer sağlık kurumlarına oranla 20 mislinden fazla oranda bir işlem yapılması dikkat çekici görüldü.
Bu pahalı antibiyotik ilacın tedavi anlamında eşdeğeri olan alternatif ilaç sayısı yüzleri buluyor ve antibiyotik testi ile gerekliliği saptanmadıkça kullanılması tıbben öngörülmüyor.
Firma-doktor ilişkisi çarpık; çünkü...
Tavanic adlı yabancı patentli ve pahalı ilacı ısrarla reçetelerine yazan uzman hekimin kurul makamlarına sunduğu dilekçesinde ise kendi uzmanlık alanı ile ilgisi olmayan Kulak Burun Boğaz Hastalıkları, Onkoloji, Nöroloji, Psikiyatri, Genel Cerrahi gibi birbirleriyle de alakasız uzmanlık alanlarındaki kongre ve toplantılara katıldığını kabul ediyor. Kurum adına bu kongrelere katılan doktorun özlük dosyasında ise bu kongrelere katıldığına dair herhangi bir belge bulunmuyor.
Türkiye’deki ilaç fiyatları 1984 yılında çıkan İlaç Fiyat Kararnamesi’ne göre belirleniyordu. Fiyatlarla ilgili spekülasyonlar üzerine Sağlık Bakanlığı 20 yıl aradan sonra 14 Şubat 2004 tarihinde yeni bir kararname yayınlayarak ilaç fiyatlarının belirlenme şeklini değiştirdi. 14 Nisan 2004 tarihinde de bu kararnamede bazı değişiklikler yapılarak son hali verildi. Kararnameye göre orijinal ürünler için ilaçların daha ucuz olduğu beş Avrupa ülkesinin (Portekiz, İspanya, İtalya, Yunanistan ve Fransa) içinde en ucuz olanı referans fiyat olarak belirlendi. Kararnameye göre, jenerik ürünler, orijinal ürünün en fazla yüzde 80’i kadar fiyat gösterebiliyor. Sağlık Bakanlığı, bu kararname ile 600 milyon dolarlık bir tasarruf sağlanacağını düşünüyor.
Bir başka yolsuzluk yöntemi de sağlık karneleri eczanelerde alıkonularak yapılıyor. Abdi İbrahim İlaç Genel Müdürü Erman Atasoy: “Sağlık karnelerini alıkoyarak ilaç yazmak cinayettir. İlaç mümessillerinin asıl görevi doktorlara tanıtım yapmaktır. Zaman zaman aşırılıklar oluyor, bunlar hoş değil. Mümessillerin bazı hedefleri var, bu hedeflere ulaşmak için eczacı ve doktorlarla aşırı bir uygulama ile ilaç yazımı olduğu duyumunu biz de alıyoruz. Bu gibi durumlar inceleniyor. Bir mümessil normal şartlarda başarılı oluyorsa güzel; ama karnelere ilaç yazılması gibi şeyler söyleniyor, bunlar cinayetle eşittir.”
Klinik Farmakoloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Cankat Tolunay: Yasalar araştırmaya engel oluyor: Bakanlığın araştırmacılara karşı esnek davranması, çok katı bürokrasi uygulamaması gerekir. Yeni TCK’ya eklenen 90. madde Türkiye’de çocuklar üzerindeki her türlü araştırmayı yasaklamıştır. Dünyada böyle bir ülke yoktur ve Türkiye bundan çok büyük zarar görecektir. Hiçbir çocuk uzmanı tez yapamayacak. Bazı etik kurullar kraldan daha fazla kralcı bunlar destek değil köstek haline geldi.
İlaç firmaları ile doktorlar arasındaki ilişkide en çok baş ağrıtan konulardan en önemlileri, pahalı hediye ve promosyonlar ile lüks otellerde düzenlenen kongreler. Tıp Kurumu Genel Sekreteri Dr. Ali Rıza Üçer, ilaç endüstrisi ile hekimler arasındaki ilişkilerin etik ilkeler ve bilimsel doğrular çerçevesinde yürütülmesinde sorunlar yaşandığına dikkat çekiyor. Aslında hekimler ile ilaç firmaları arasındaki ilişkiler, Türk Tabipleri Birliği’nin “Hekim ve İlaç Tanıtım İlkeleri”nde tek tek sıralanıyor. Tanıtım ilkelerinin 4. maddesine göre bir bilimsel toplantıda gösterilen konukseverlik ve örnek dağıtımı gibi faaliyetler, toplantının temel hedefi olan bilgilenme amacını gölgeler nitelikte olmamalı. Etkinliklerin mali kaynakları açıklanmalı ve şeffaf olmalı.
Roche Türkiye Genel Müdür Yardımcısı Ümit Ceylan ise ilaç firmaları ile doktor arasındaki etik ilişkiye farklı açıdan yaklaşıyor: “Biz doktorları kongrelere götürürüz, otuz yıldır götürürüz; ama bugün bir doktoru kongreye götürmek gazetelerde skandal olarak görülüyor. Sadece biz değil birçok firma götürüyor. Doktorlar bu kadar mı kişiliksiz ve ham? Ben kongreye götürdüğüm için benim ilacımı yazacak. Doktorlar kongreye götürülmesin bakalım kaç doktor kendi kendine kongreye gidecek? İlaç mümessili doktora gitmezse, doktor kongreye katılmazsa piyasadaki yeni ilaçları nasıl tanıyacak? On yıl önce mezun olan bir doktor bugünkü ilaçları nasıl tanıyacak? Hangi aptal doktor ben götürdüm diye benim ilacımı bir hafta sonra Pfizer götürdü, onunkini yazacak? Doktorları bu kadar kişiliksiz hale getirmeyelim.”
***
Sahte sağlık karnesinin devlete yıllık faturası 2 katrilyon lira
SSK’nın e-sağlık isimli provizyon sistemi 100 bin adet geçersiz ve sahte sağlık karnesi tespit etti. Bu karnelerle ilaç alan ve tedavi görenler nedeniyle devletin yıllık 2 katrilyon lira zarara uğradığı ortaya çıktı.
Sosyal Sigortalar Kurumu (SSK), aksamalara neden olduğu için eleştirilen bilgisayar sistemiyle (provizyon) 1 ay içinde 34 bin kişinin geçersiz sağlık karneleriyle muayene olduğunu ve ilaç aldığını tespit etti. Kontrollerin tamamlanmasıyla yakalanan sahte ve geçersiz karne sayısının 100 bini aşması bekleniyor. Kurum yetkililerinin tahminlerine göre hak etmediği halde sağlık hizmetinden yararlananların açtığı zarar yılda 2 katrilyon lirayı geçiyor.
SSK’nın kurduğu “e-sağlık” isimli provizyon sistemi meyvelerini vermeye başladı. İnternet hatlarındaki yoğunluk sonucu ilaç alımlarında aksamalara neden olduğu için eleştirilen provizyon, hak etmediği halde sağlık hizmetlerinden yararlananların ortaya çıkarılmasını sağladı. Provizyon uygulamasının ilk 1 ayında 24 bin kişinin sigortalı olmadığı halde sağlık karnesi aldığı, bu sayede para ödemeden tedavi olduğu ve ilaç aldığı anlaşıldı. Yaklaşık 10 bin kişinin de çift sağlık karnesi taşıdığı tespit edildi. Geçersiz veya çift karne kullanarak kurumu zarara uğratan kişiler hakkında yasal işlem başlatılacak.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı yetkilileri, kontrollerin tamamlanmasıyla ortaya çıkarılan geçersiz karne sayısının 100 bin adedi geçmesini bekliyor. Bugüne kadar sigortalı olmadığı ya da sağlık sigortasından yararlanma hakkı taşımadığı halde hizmet alanların, kurumu yılda yaklaşık 2 katrilyon lira zarara uğrattığı tahmin ediliyor. Provizyon sistemi tam olarak uygulandığında kayıp ve kaçakların büyük oranda önleneceği ifade ediliyor.
Çalışma Bakanlığı yetkilileri, birden fazla sağlık karnesi kullandığı tespit edilen kişileri incelemeye aldı. Bunlardan bazılarının farklı hastanelere giderek ilaçlarını sahip olduğu karnelere ayrı ayrı yazdırdığı anlaşıldı. İncelemelerde çift karne kullananların aldığı fazla ilaçları piyasada sattığı öğrenildi. Bu tip dolandırıcılığın milyarlarca lira tutan kanser ve böbrek ilaçları için uygulandığı tespit edildi. Bugüne kadar SSK, sigortalılara ilişkin bilgileri sadece yazılı belgelerle takip ediyordu. Vizite kağıdı ve dört aylık ücret bordrosunu getiren herkese sağlık karnesi veriliyordu. Sahte bordro ve vizite kağıdı hazırlayanlar, sağlık karnesi alabiliyor, hastanelerde de istedikleri gibi tedavi olabiliyordu.
Yaklaşık 1 ay önce devreye sokulan e-sağlık provizyon sisteminde sigortalılarla ilgili tüm bilgiler anında bilgisayara giriliyor. SSK yetkilileri, kaç kişinin aktif sigortalı olduğunu, kimlerin sağlık hizmetinden yararlanabileceğini her an takip edebiliyor. Provizyon sisteminde eczacılar, SSK’nın web sitesine girerek ilaç almak için reçete getiren hastaların gerçekten sigortalı olup olmadığına bakıyor. Kaydı çıkmayanlara ilaç verilmiyor. Bu sayede sahte vizite kağıdı ya da sağlık karnesi kullananların kurumu zarara uğratmasının önüne geçiliyor. Ayrıca bir kişinin kullanacağı miktardan fazla ilaç alımı da engelleniyor. SSK’nın 2005 yılında 10 katrilyon lirayı aşkın sağlık harcaması yapması bekleniyor. Hesaplara göre sağlık hizmetlerindeki kayıp kaçak oranı yüzde 20 civarında. Şu anda yalnızca eczanelerde kullanılan sistem, ilerleyen günlerde hastanelerde de kullanılacak.
***
İlaç firmalarının doktorlara yönelik sponsorluk uygulamaları etik mi?
Pınar Arat
İstanbul Tabib Odası Genel Sekreteri Ali Çerkezoğlu: Sponsorluğu kabul etmek, hekimlik etiğine aykırı
Hekim-ilaç firması ilişkilerinin Türkiye'de yıllardır çok düzensiz ve denetimsiz yürüdüğünü, ilaç firmalarının ilaç tüketimini artırmaya dönük çabalarının sınırlanamadığını oda olarak yıllardır anlatıyoruz. Sponsorluk uygulamalarından sadece hekimler etkilenmiyor. Bu durum hekimlik imajının ve mesleğin zarar görmesine neden oluyor. Durum o boyutlara ulaştı ki, artık Türkiye'de hasta hekim ilişkisi daha çok ilaç tüketimine dönük uygulanır oldu. İlaç firmaları hekimler üstünde direkt ya da dolaylı etki ediyorlar. Firmalar arasındaki rekabet, sponsorluk bombardımanı yaratıyor.Hediyelerle ya da kongre sponsorlukları ile hekim üzerinde etki yaratıyor, dolayısıyla kendi ilaçlarının reçelendirilmesini sağlamaya çalışıyorlar. Oysa hekimlerin ilaç firmalarının bu tür uygulamalarına karşı dikkatli ve duyarlı olmaları gerek. Zaten buna karşı kimi yaptırımlarımız var. ilaç firmalarıyla bu tür ilişkilere girilmesi meslek etiği açısından suç sayılıyor. Tespit edilen hekimler oda tarafından uyarılıyor. Ancak tüm bu uyarılara karşın olumlu yönde ciddi bir ilerleme kaydedildiğini söylemek zor. Aksine ilaç firmaları kendi istedikleri yönde aşama kaydediyorlar. Burada hekimlerin duyarlığı büyük önem kazanıyor.
Özel Hastaneler ve Sağlık Kuruluşları Derneği Başkanı Dr. Muharrem Usta: Toplumsal yarar amaçlı kurumsal ilişkiler normal karşılanmalı.
İlaç firmalarının kendi ilaçlarının satışını yapmayı amaçlayan sponsorluklarını hiçbir şekilde etik bulmuyoruz. Ancak kongre sponsorluklarına farklı bir açıklama getirilebilir. Türkiye'de sağlığın kalitesiyle ilgili denetleme sorunu olduğu kabul edilmeli. Bunun uluslararası adı akreditasyondur. Kaliteli sağlık hizmetinin sunulmasını amaçlar. Bu tablo, ilaçların doğru kullanılması , tedavi süreçlerinin doğru uygulanmasını amaçladığı için hastaneleri, doktorları ve doğal olarak ilaç firmalarını da ilgilendirir. Bu konuda kurumların biraraya gelip sempozyum yapması, kongreler düzenlemesi çok normal. Bu çervede kurulan ilişkilerde finans ihtiyacının karşılanmasını da yanlış bulmuyorum. Sonuç olarak toplum lehine uygulamalar için kurumsal birlikteliğin yararına inanıyorum. Ama kurumların doktorları muhatap alıp farlı amaçlar taşıyan uygulamalara yönelmesini yanlış buluyorum. Kısaca özetlemek gerekirse, sponsorluk uygulamalarının kişisel çıkarlara dönüştürülmesini etik bulmuyorum.
http://www.farmamedya.com/index.php?module=yazilar&num=149e9677a5989fd342ae44213df68868
http://www.gapdogukalkinma.com/saglik/228_il_su.htm
11 Mayıs 2008 Pazar
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder